Google
 
Web alim.blogspot.com
www.iesc.org.tr www.alimsenturk.com.tr

Pazar, Haziran 18, 2006

Kitap Yorumu: Beşinci Dağ

Bugün bitirdiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum...

Beşinci Dağ - Paulo Coelho (Simyacı'nın yazarı.)

Beşinci Dağ, güzel bir kitap(roman), Simyacı ve Işığın Savaşçısı kadar olmasa da :) Final dönemine rağmen sürükleyiciydi ve çabuk bitti. Kitabın arkasındaki yazıyı aynen ekliyorum aşağıya, konusunu merak edenler için.

Simyacıdan sonra Işığın Savaşçısının El Kitabı isimli kitabını okumuştum geçtiğimiz yıllarda. O kitap da çok güzeldi. Son olarak Zahir isimli kitabı çıktı yazarın. Hatta 2-3 kitabı daha var ben onları da aldım. Ben zaten yazar bağımlı kitap okuyorum. Amin Maalouf'un tüm kitaplarını okudum neredeyse. Şimdi Paulo Ceolho'yu da tamamlayacağım :)

Okuduğum kitaplarda beğendiğim sözleri not alırım. Bu kitaptan da iki söz:

"Yaşamımın anlamı, benim ona vermek istediğim anlamdı yalnızca."
"Zayıflıklar gösterdim, çünkü kendi gücümü unuttum."



Beşinci Dağ, İlyas Peygamber'in romanlaştırılmış öyküsü. İ.Ö. 870 yılında İsrail'den ve bu ülkenin korkunç kraliçesi Yezavel'den kaçıp Fenike'ye sığınan İlyas, İsrail'e dönebilmesi için Tanrı'nın izin vereceği günü beklerken, ona kucak açan, evinde ağırlayan dul kadına büyük bir tutkuyla bağlanır. Ne var ki, Asurların saldırısıyla yerle bir olan Akbar kentinde, sevdiği, ama bir türlü açılamadığı bu güzel kadın yıkıntılar arasında kalarak ölür. İlyas, ona verdiği sözü yerine getirmek için, Akbarlılara önderlik eder, yerle bir olmuş kentin yeniden kurulmasını sağlar. Tanrı'nın çağrısı üzerine, sevdiği kadının, sonradan kenti yönetecek olan oğlunu orada bırakıp İsrail'e döner. Yazara göre, yaşamımızda karşılaştığımız engellerin, acıların, hüzünlerin hepsi, erince, mutluluğa açılan birer kapıdır. Buna ulaşmanın giziyse 'hiçbir zaman vazgeçmemektir'.

Salı, Nisan 18, 2006

Şiir

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
kalbinin attığı kadar canlısın
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç

Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü...
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
ne kadar yaşarsan yaşa
sevdiğin kadardır ömrün.
 
Gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi, sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebek

Bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin

Salı, Nisan 11, 2006

özlü sözler


" Arının ağzına bal kuyruğuna iğne verilmiştir, neye talipseniz onu alırsınız "

" Endişelerle, korkularla, pişmanlıklarla dolu bir hayat çok iyi bir başlangıç olabilir"

Pazar, Aralık 18, 2005

Yerli Malı Yurdun Malı Herkes Onu Kullanmalı

Arkadaşlar ilkokulda her yıl yapardık yerli malı haftaları, ta küçükten yerli malına özendirilmek için. İlginçtir ithal muz, kola getiren garip! arkadaşlarımız çıkıyordu ara sıra : ) Şimdi artık büyüdük, daha bilinçliyiz. Yerli malının önemini biliyoruz, en azından bilmemiz gerekiyor. Ne yazıkki, ben de yabancı markaları bazı durumlarda tercih etmiyor değilim. Yerli değil de tamamen yabancı ürünlere özenir olduk malesef. Ancak ben son zamanlarda dikkat etmeye çalışıyorum, herkesi de dikkat etmeye çağırıyorum. Aşağıda Sinan Aygün'ün bir çağrısı var, sizinle paylaşmak istedim.

Yine çıkacaktır "yok kardeşim ben bildiğimi okurum, yanlışsa da benim yanlışım, kimseyi ilgilendirmez. Benim tercihim değil mi, sanane. Herkes alıyor ben de alırım" ve benzeri bir sürü düşünce. Böyle düşünenler bu yazıyı dikkate almadan bildiklerini okusunlar ki öyle yapacaklardır : ) Ancak ben aşağıdaki yazıyı okuduğumda ben bu ülkenin vatandaşı olarak üzerime düşeni yapmalıyım dedim, en azından başkalarına da duyuruyorum ve bu çağrıya uymaya çalışacağım. Bu yazıyı da benim gibi düşünenler için yazıyorum, diğerleri bildiklerini okumaya devam etsin. Onlara diyecek sözüm yok. Çünkü yanlışını öğrenip düzelten insana saygı duymak, yanlış olduğunu bildiği halde burnunun dikine gidenlere de acımak gerektiğini düşünüyorum.

Sinan Aygün yerli malı tüketimi konusunda bir çağrı yapmış ve çok güzel bir noktaya değinmiş. İşsizlik, üretim, kaynaklarımız. Çocuklarımız, gençlermiz. Geleceğimiz. Buyrun, onun cümlelerinden okuyun.

ATO'dan tüketiciye '869' çagrisiAnkara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, ithal ürünler yerine Barkodu '869' ile başlayan yerli malı ürünleri satın alma çağrısı yaptı. Aygün, tüketim malı ithalatına giden her 6 bin 500 doların Türkiye'de bir kişiyi işsiz bıraktığını belirterek, '869'u al, çocuğun İşsiz kalmasın' dedi. Aygün, yaptığı yazılı açıklamada, yabancı markalı ürünlerin market raflarını istila ettiğini ve ithal ürün tüketimi nedeniyle Türkiye ekonomisinin çıkmaza girdiğini kaydetti. Aygün, bir ürünün Barkoduna bakarak hangi ülkeye ait olduğunun anlaşılabileceğini anımsatarak, Türkiye ekonomisinin kurtuluşunun 869 rakamında gizli olduğunu savundu. Aygün, Şöyle konuştu: 'Türkiye ekonomisi bugün güçlü ekonomiler karşısında bağımsızlık savaşı veriyor. Bu savaşta parolamız 869'dur. Yani Türk'ün şifresi 869'dur. Savaşı kazanmak ve başı dik gezmek istiyorsak ülkemizin ürünlerine sahip çıkalım. İthal ürünlere verdiğimiz her kuruş, ekonomimizi çıkmaz sokağa götürüyor, yerli sanayinin bacası tütmez oluyor. Gençlerimize istihdam yaratılamıyor. Yerlisi varken yabancı mal almak, kıt kaynaklarımızın dışarıya gitmesi ve yatırımların azalmasıdır. Azalan yatırım, çoğalan işsizliktir.'

Perşembe, Kasım 03, 2005

Ramazan Bayramı

Bayram coşkusunun en üst seviyede olduğu bir bayram geçirmenizi diliyorum. Ramazan bayramınız mübarek olsun...

Ben bayramları seviyorum. :) Çok değişik geçiyor benim için açıkcası. Bazıları için çok sıkıcı geçtiğini biliyorum ama benim için bayramlar başka. Gerçi kurban bayramı yorucu oluyor ama onun da yeri apayrı. En önemlisi bayram coşkusunu yaşatmalıyız. :) Şehir hayatında bu biraz zor. Memleketine gidenler daha şanslı bu konuda. Biz bayramlarda Ankara'da kalıyoruz ama burası da memleket (Bayburt) gibi. :) Akraba çok. Benim için bayram yılın en farklı geçen günlerinden. Yapmadığım bir çok şeyi yapıyorum : )

Öncelikle sabah erkenden kılınan bayram namazı.. Muazzam bir kalabalık, okunan hutbenin de etkisiyle hep bir ağızdan söylenen ilahi dualar. Çıkışta cami içi bayramlaşma merasimi. Bir de bizim akrabaların ve hemşehrilerin çıkışta bir sıra olması -uzun sayılabilecek bir sıra- ve kendi aramızda da ikinci bayramlaşma merasimi. Öp bakalım büyüklerinin elini :) Eve gelişimiz, annem ile bayramlaşmamız. Bayramlarda olmasa annem ile o kadar sıkı ve uzun sarılmayı unutacağım belki de :( Razamanın ardından ilk sabah kahvaltısı. Nedense hep çok güzel gelmiştir bana, kahvaltının değişmezleri, çok sevdiğimiz patates-köfte kızartması :) Geç uyanan kız kardeşlerim ile bayramlaşma. Kuzenlerim ile doluşup bir arabaya başlıyoruz büyükleri ziyarete. Eskiden ailem ile dolaşırdım ama kuzenlerim ile muhabbetler daha eğlenceli oluyor ve çok uzun oturmuyoruz. Uzak akraba ziyaretleri bittikten sonra apartman ziyaretleri başlıyor. Apartmanda hep amcalarım ve çocukları oturuyor, 2 ev gezince tüm apartmanı görmüş oluyoruz : ) Hatta eskiden herkes bir evde toplanırdı, büyük amcamda aynı apartmana taşınınca biraz bölük pörçük devam ettiriyoruz bu adeti. Ayrıca gittiğimiz her yerde bir şeyler yemek zorundayız. Bizimkilerde mi böyle bilmiyorum zorla yedirme adeti var. Ev yapımı baklavalar, börekler, yaprak dolmaları ve çay bayramın klasik yiyecekleri. Ramazan boyunca oruç tuttunuz, bunlar da mükafatları gönlünüzce yiyin dercesine... Her evde bunlardan bir tabak geliyor önünüze : ) Ayrıca yine klasik tatlı çorba, içinde ne yok ki : ) Biz de herkesin bir klasiği var, annem de güzel incir tatlısı yapar, yiyenlerin yalancısıyım ben sevmem : ) Büyük ziyaretleri bitti, şimdi evde oturup küçük ziyaretçileri karşılama zamanı. Büyüklerin olduğu sohbetlere çok nadir katılabiliyorum ama genelde çok zevkli oluyor. Eski adamların hikayeleri hiç bitmiyor, mesela amcamın : ))

Daha da küçükken bayramda topladığımız paraları yarıştırırdık, hatta tam da ben yakında kablosuz pos makinesi ile dolaşıp kredi kartından bayram harçlığı toplamayı düşünüyordum ki, sen artık büyüdüm demeye başladılar : ) Artık ramazan bayramı ile özdeşleşmiş şeker ile idare etmek durumundayız : )

Yaşasın bayramlar... Bitmeyen, sürekli artan coşkusu ile...

Cuma, Ekim 21, 2005

İçimden geldiği gibi, rasgele yazılar...

Taraflı, tarafsız diye bir şeyi kabul etmiyorum. Haklının yanında olmak tarafsızlıktır. Bir yalan karşısında sessiz kalmak o yalana ortak olmaktır ve dahası yalancı şahitlik daha da ağır bir suçtur. Bazen zor da olsa bazı şeyleri kabul etmek gerek. Eğer bittiyse ve devam etme şansı yoksa bitmesinin daha hayırlı olacağını kabul etmek gerek. Sahip olduğunuz şey bir çömlek ise ve sahip olduğunuz şeyin çömlek olduğunun farkında iseniz, kırıldığı zaman çok üzülmezsiniz. Ama farkında değilseniz sahip olduğunuz şeyin ve aksine ona farklı değerler yüklüyor, gözünüzde büyütüyorsanız kırıldığında üzülecek çok şey bulacaksınız. Ama en azından şu sözü hatırlamak da yarar var. Artık kaybettiklerinizin peşinden değil kazanabileceklerinizin peşinden koşun. Tamam bir insanı kazanmak daha önemlidir, kaybetmek kolaydır. Ama hayırlısı kaybetmek ise bu yapılmalı. Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih etmeli... Çok önceden yazılmış bir söz, daha doğrusu gerekli yerlere çok önceden yazmışım Nietzsche'nin bu güzel sözünü. Ama ben bile unutmuşum herhalde, sonradan hatırladım. Oyunun kurallarını oyundan fazla önemsemenin, gerektiğinde oynamıyorum diyebilmenin ciddiliğini anımsayalım. NietzscheTarihçi Nietzsche tarihi ne kadar güzel sözler ile doldurmuş. İnsan eski zamanın zorluklarını göze almak istemiyor ama keşke onlar da aramızda yaşasalardı demekten de kendini alamıyor...


Alim Şentürk
21.10.2005

Pazar, Temmuz 10, 2005

İzmir - Dikili

İzmir günleri başladı... Artık uzun bir süre Dikili'de Seralardayım sanırım. Staj yapmam gerekiyor bir de.. Bu yaz buradayız gibi görünüyor.. Ama sıcaklar dayanılır gibi değil...
(05.07.2005 @ 9.30, Dikili)